Küçük bir çocuk… Sekiz, on yaşlarında.
Cılız, çelimsiz, zayıf…
Kara bir çocuk.
Pantolonu güdük, paçaları sökük… Yırtık ayakkabılarını gizleyemiyor.
Üzerinde ince, eski bir kazak… Yoksulluğun resmi.
Ne ağzının içine uzatılan mikrofona ne de kameraya bakabiliyor.
Mikrofonu tutana da video çekene de bakmıyor, bakamıyor!
Kaçamak, ürkek, ezik ve mahcup bakışları caddeden geçenlerin üzerinde…
Kısa bir an gözlerini yakalayabildim.
Konuşan gözler…
Çocuğun elinde bir çift beyaz renkli spor ayakkabı…
O bir çift beyaz renkli spor ayakkabı; kırılmaması için çaba gösterilmesi gereken önemli bir şeye dönüştürülmüş!
O bir çift beyaz renkli spor ayakkabı, değerli kristal bir eşya gibi örneğin…
O bir çift beyaz renkli spor ayakkabı, muhtarın propaganda malzemesi yapılmış belli ki…
O bir çift beyaz renkli spor ayakkabı durumu özetliyor… Üstelik de her durumu!
Muhtarlık önü fakir fukra insan seli…
“Yardım” isimli utanç sahnesine akıp gelmiş, getirilmiş onlarca insan.
Yüzlerinde sentetik bir umudun parıltısı…
Belki üç kuruş para… Belki de ‘gıda kolisi’… Sahneye çıkan biri ya da birileri tarafından lütfedilecek, bağışlanacak, bahşedilecek..!
Kim bilir kimler olacak o sahnede, kimler bu sahneden prim yapacak!?
Keşke, keşke haykırsaydı oradan biri:
“Bize ulaştınız, bizi buldunuz… Fakir olduğumuzu biliyorsunuz. Öyleyse kucağımıza, sırtımıza kolileri yüklemeyin… Getirin bırakın evlerimize!”
Olmaz! Muhtarlık önünde toplanacaksınız. Video ve fotoğraflar çekilecek… İfşa edileceksiniz!
Ah kara çocuk…
Cılız çocuk, zayıf çocuk, fakir çocuk…
Ben senin gözlerinde kendi utancımızı gördüm!