Sizin hiç "Acelecilik hastası" arkadaşınız var mı? Benim var... Çok var. Bunlardan biri gözlerimin önünde merdivenlerden aceleyle inerken ayağını kırdı.

"Ben iyiyim, yok bir şeyim. Abartma ya hu, altı üstü hafif bir burkulma" demiş ve hastaneye gitmeyi reddetmişti. Zorla da olsa onu bir hastaneye götürdüm. Büyük ve şık bir devlet hastanesi... Ankara'nın bir ilçesinde.

Hastane girişinde güvenlik görevlisine tekerlekli sandalyenin nerede olduğunu sordum. Başparmağı ile geriyi işaret ederek "İçeride" dedi. Büyük ve şık bina değil, kafası çalışan, görevini yerine getiren ahlâklı insanlar olsun istiyorum, diye söylene söylene arkadaşımı kapı girişinde bırakarak "İçeriye" koştum. Tekerlekli sandalye göremedim. Bir hemşireye sordum, o da "Şu tarafta olması lazım" demez mi! Hayy Allah! Kim bilir kimin bedduasını, kimin âhını aldık da böyle olduk milletçe!

Sonunda bir tekerlekli sandalye buldum, arkadaşımı "İçeriye" taşıdım. Acil kayıt yaptırdım. Kayıt memuresi kadına şimdi ne tarafa gitmemiz gerektiğini aceleyle sordum. Allah cezasını çok acele vermiş bu kadının da..! Aynı cevap: "Şu tarafa!"

Labirentteki fare gibi koridorlarda tekerlekli sandalyeyi kalabalığı yararak aceleyle itekliyorum... Acelesi yüzünden ayağını kıran arkadaşıma patladım sonunda.. "Biraz acele etmelisin..!"

Arkadaşım, ne için ve nasıl acele etmesi gerektiğini düşünürken ben kahkaha eşliğinde nutuk attım, koridorlarda sesim yankılandı:

"Kardeşim, labirent gibi hastane yapmışlar, yönlendirme tabelaları koymamışlar, adam gibi personel yetiştirip de şuraya yerleştirmemişler... Ne biçim hastane burası!? Çok acele bu saçmalık düzeltilsin"

Oh be iyi geldi valla bu küçük isyan.

Acele edeceksek, yavaş yavaş acele etmeliyiz!