Gençlik unutulup gitsin mi yoksa kendimizi mi sorgulayalım?
Gençlik konusunda yazmak en zor işlerden biri olsa gerek. Çünkü gençlik olgusu tek başına ne anne babanın ne öğretmenin ne toplum bilimcilerin ne kültür bilimcilerin ne psikologların ne din adamlarının ne de psikiyatrların çözebileceği bir alandır. Bu yüzden olsa gerek gençlik konusunda herkesin söyleyecek birkaç doğru sözü vardır. Ancak bütün bu çabalara rağmen Türkiye’de gençlik için gerektiği gibi çalışıldığını söylemek çok zor. Özellikle eğitim öğretim alanlarında uğraşanların gençlik durumları konularında pek çok açmazlar içinde oldukları bir düzende yaşıyoruz. Bu sorun dün olduğu gibi bugün de bütün yansımaları ile her gün çıkıyor karşımıza. Ne yazık ki her şeyin siyasete ayarlandırıldığı bu düzen içinde gençlik ne sevgi saygı ne kurumlaşma ne başarı ne de bazı araştırmalar bakımından gündemdedir. Bana göre geleceğin yöneticileri olarak nitelemekten çekinmediğimiz gençlik de gençlik sorunları da unutulmuştur. Onlar ya başarısızlıklar içinde çırpınarak sürünecek ya kimileri gibi demir parmaklıklar arkasında çile dolduracaklar ya da kimilerinin siyasi emelleri için sararıp solacaklar yine.
Ne yazık ki çoğumuza göre gençler: Öfkeli, hırçın, söz dinlemeyen, kaba, suçlu, içkici, başkaldıran, geçimsiz, yalancı, ezik, kinci, hasta ya da güvenilmez varlıklardır. Bu gibi durumların nedeni de yalnızca gençliktir, yine çoğumuzun anlayışına göre. Bana göre gerçek böyle değil. Onların beğenilmeyen durumlara düşmesine kim yol açtı? Onlar küçücük bir ilgi ile sevinirken ne oldu da gençlik çağlarında hırçınlaşıverdiler? Ne oldu da onlar başkaldırın da suçların da önde gideni oldular? Neden onlar büyüdükçe bizden uzaklaştı? Onlar neden kendilerini oldukları gibi açıklamıyorlar? Onlara karşı neden hep bizim doğrularımız geçerli olsun, diye hiç sorguladık mı kendimizi?
Yukarıda saymış olduğum kimi olumsuz durumları gördüğümüzde onların karşısına dikilip ne yaptık? Açık söyleyeyim yeri geldiğinde ya da onları ya sık sık onları azarladık ya dövdük ya da kovduk yanımızdan. Onlar da hiç beğenmediğimiz (!) gençlerle ya da yetişkinlerle arkadaş oluyorlar, değil mi? Evlendikten sonra da kimi durumlar değişmiyor; çoğu zaman anne baba dinlenmiyor. Özellikle erkek çocuklar ya ‘hanım köylü’ oluyorlar ya da eşlerinin anne babalarının etkileri altında kalıyorlar. Neden dengeli ve tutarlı bir ilişkiler ağı kuramıyoruz onlarla? Çünkü karşılıklı sevgi saygıda yanlış giden bir şeyler var. Çünkü onlar kendi başlarına buyruk kesilmeye başladıklarında; onların da bir bildikleri olduğunu anlayamadık. Çünkü bizimle birlikte büyüyen gençlerin; akıllarının da büyüdüğünü kestiremedik. Her alandaki bencilliğimize onları da kattığımızdan h e p bizim dediğimiz olsun, istedik. Bu da onların bazı saplantılar içine sürüklenmesine, yanlış arkadaşlar bulmasına ve en umulmadık bazı davranışlara ya da bazı suçlara itilmesine yol açtı. Bütün bu tür gelişmeler karşısında suçu başkalarında aramak yerine biraz da kendimizi suçlamamız gerekmez mi? Biliyoruz ki çocuklar okul ya da iş için evden çıkar çıkmaz artık sizin değildir. Kendilerini geliştirmeleri için diğer çocuklar ya da gençler ile öğretmenleri ve iş arkadaşları ile görüşüp konuşacaklar ki kendi ayakları üstünde durabilsinler. Kişilikleri de çevrenin diğer etkileri doğrultusunda gelişebilsin. Oysa bütün bunlara rağmen ülkemizdeki gençlik ne yazık ki ne istenilen özellikleri taşıyor ne de yeteri kadar başarılıdır. İşte bu yüzden öncelikle çocuklarımız ile ilişkilerimizin sorgulanması gerekiyor. Onların yapayalnız yaşayabilmeleri mümkün olmadığına göre çevresindeki her şeyi çok iyi sorgulamalıyız. Onların dolaştıkları yolları bile sorgulamak gerek bence. Bakkalı, polisi, servis sürücüsünü, kantinciyi, ihalecileri ve belediye yetkililerini sorgulamalıyız. Okul ortamının da öğretmenlerin de tek tek sorgulanması şart. Çünkü bizim evde, onların da çevrelerinde dolaşan gençlere nice olumsuzluklar aşılamakta olduğunu biliyor muyuz? Yoksa gençler bu kadar kaba, mutsuz, saldırgan, söz dinlemez olur mu? Bence doktorları da sorgulamak gerek. Çünkü onlar da anne babaları kapsayan koruyucu hekimlik yolunda ilerlemek değil, tepeden inmecilikle (!) ilaçla tedavi yoluna yönlendirilmiş bulunuyorlar. Ticaret ola beri gele; ona gebe siyaset de şahlana!
İşte birbiri ile ilgili pek çok etkileşimin ortasında kalan gençlik de istediğimiz gibi değil sorunlu bir gençlik olacaktır. Ezik, başarısız, itilmiş kakılmış, suç işlemeye yatkın ve işsiz bir gençlik istemiyorsak; sorunun çözümü için; işe önce evden, sokaktan ve okuldan başlamak gerekiyor. Kimimize göre ise, zor da olsa, her şey ‘eski tas eski hamam’ sürüp gitse ne olur? Ucu bize dokunsa bile baş belâsı nedenleri araştırmadan, ince ince sayıp dökmeden, bazı çözümleri nasıl bulacağız? Peki suçlu ayağa kalk, desek hiç utanıp arlanmadan ortaya kim çıkar acep?
Türkiye’de kimi yerlerde güdümlü Bir Mayıs İşçi Bayramı (!) büyük coşkular eşliğinde kutlanmış bugün. Oysa emeğini satmaktan başka çıkar yolu olmayan işçinin içi, sevinç dolu bayramı değil bu sözde bayram. Bence el emeği göz nuru ile çalışanların haklarının hakça verilmediğini anlatmak için sürekli başkaldırısı olur işçi kesiminin. İçi boşaltılmış nice kof kavramlar uğruna nice emekler, nice günler yok oluyor bu ülkede. İşçinin, köylünün ve köleler gibi çalışmak için şehir şehir gezen kimi ustaların özlemleri h i ç bitmiyor. Bu serseri gidişle, bu çilesiz ve güvencesi kıt teslimiyetle bitmeyecek de. Onların eşleri ile çocukları ne kadar sağlıklı, ne kadar mutlu olabilir, hiç düşündük mü? (01 Mayıs 2011)
Ömer Faruk Yılmaz
Toplum Bilimci