Zenginlik ve fakirlik arasındaki fark, ülkelerin yaşları veya doğal kaynaklarına dayanmaz. Bu durumu örneklendirecek olursak, Hindistan ve Mısır gibi binlerce yıllık tarihe sahip ülkeler hala ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Buna karşın, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi 150 yıl önce isimleri bile bilinmeyen ülkeler bugün dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkeleri arasında yer alıyor.

Japonya gibi küçük bir ada ülkesi, doğal kaynakları kısıtlı olmasına rağmen dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahiptir. Japonya, ham maddeyi tüm dünyadan ithal eder ve bitmiş ürünleri ihraç eder. İsviçre de benzer bir örnektir; kakao yetiştiremez ancak dünyanın en kaliteli çikolatalarını üretir. Kısa yaz dönemlerinde tarım ve hayvancılık yaparlar ve bu süre zarfında ürettikleri süt ürünleri en iyi kalitededir.

Zenginlik ve fakirlik arasındaki farkı belirleyen ana etken, yöneticilerin veya ırkın ya da deri renginin değil, kültür ve eğitimle kazandırılan bakış açısıdır. Zengin ve gelişmiş ülkelerin insanları, temel ahlaki kurallar, dürüstlük, sorumluluk, kanun ve kurallara saygı, başkalarının hakkına saygı, çalışkanlık, tasarruf ve yatırıma inanç, irade ve dakiklik gibi prensiplere inanır.

Gelişmekte olan ülkelerde ise bu prensiplere inananların oranı oldukça düşüktür. Fakirlik, doğal kaynak eksikliği veya doğanın zalimliği nedeniyle değil, doğru bakış açısına sahip olmamak nedeniyledir. Zengin ve gelişmiş ülkeleri o noktaya getiren işlevsel prensiplere uymak ve bunları çocuklarımıza öğretmek konusunda azimli olmadığımız için hala ekonomik zorluklarla karşı karşıyayız.

Bu bakış açısıyla, şirketimizin de bu prensiplere uygun bir şekilde hareket etmesi ve çalışanlarımıza bu değerleri öğretmesi gerekmektedir. Bu şekilde ülkemizin ekonomik durumunu iyileştirebiliriz.