Tramvaylar, 1872 yılından bu yana İstanbul'un en önemli sembollerinden biri olmuştur. Bu tramvaylar ilk kullanıldığında, atlar tarafından çekiliyordu ve bu nedenle halk tarafından hızla benimsendi çünkü ekonomik bir ulaşım seçeneği sundular.
Bu tramvayları çeken atların da dinlenmeye ihtiyacı vardı. Özellikle Şişhane yokuşunda yorulan atlar, Taksim'de dinlendirilip yerlerine daha dinç olan atlar konuluyordu. Bu sayede tramvay seferleri aksamıyordu. En yoğun hat olan Şişhane-Kurtuluş hattındaki tramvayların atları, Dingo adlı bir ahır sahibinin ahırında dinleniyordu. Bu hatın yoğunluğu nedeniyle Dingo'nun ahırına sürekli giriş çıkışlar oluyordu.
Dingo, biraz fazla içki düşkünü biriydi ve bu durum ahırdaki işlerin düzgün bir şekilde yürütülmesini engelliyordu. Ahıra giren ve çıkan atların kaydını tutmakta zorlanıyordu. Bu durum bazen atların gerektiği kadar dinlenememesine yol açabiliyordu.
Bu durum, "Dingo'nun ahırı" ifadesinin Türkçeye deyim olarak yerleşmesine yol açtı. Bu deyim, giriş çıkışların kontrolsüz olduğu ve düzenin sağlanamadığı durumları ifade etmek için kullanılır. Bir CEO olarak, bu deyimi bir şirketin kontrolsüz büyümesini veya yönetiminin zorlaştığı durumları anlatmak için kullanabiliriz. Örneğin, "Şirket son zamanlarda Dingo'nun ahırına döndü, herkes kendi başına hareket ediyor ve kimin ne yaptığını takip etmek neredeyse imkansız."